15 Eylül 2016

ANCHORAGE: ALASKA'NIN EN BÜYÜK ŞEHRİ


Alaska'ya doğası için gidilir. Şehirlerine de olsa olsa, o doğaya ulaşmak için bir kamp teşkil etmeleri sayesinde tahammül edilebilir. Çünkü gerçekten de, Alaska şehirleri özellikle de İstanbul gibi büyük, köklü şehirlerde yaşayanlar için hem çok küçük, hem de çok sığ.

Biz de ABD'nin 49. eyaleti Alaska'da ilk olarak Anchorage şehrine ayak bastık. İstanbul-Chicago sonrası bir 6 saat daha uçarak vardığımız Anchorage, her ne kadar eyaletin en büyük kenti olsa ve tüm Alaska nüfusunun % 45'ini barındırsa da, bize sıradan ve küçük geldi. Ama Alaska'nın alamet-i farikasının şehirler değil, vahşi doğa olduğu daha havalimanındaki tahnitlenmiş ayılardan, geyiklerden, yaban koyunlarından belliydi.

Anchorage, şaşırtıcı bir şekilde her köşesinden değişik kombinasyonlarda derlenmiş rengarenk çiçekler fışkıran bir şehir. Klasik, geniş Amerikan caddeleri burada da var. Her ne kadar eyaletin başkenti Juneau olsa da, Alaska'nın % 75'inde olduğu gibi, başkente de karadan ulaşım sağlanamadığı için, neredeyse tüm devlet dairelerinin merkezi başkentte değil, Anchorage'da konuşlanmış.

Şehirde birçok otel var ama bizim gibi turistlerin çoğunun tercihi Anchorage Hilton. Şehrin tam göbeğinde, tüm turistik merkezlere yürüme mesafesindeki bu otel, hem hizmet standardı, hem rahat odaları ile güvenli bir konaklama seçimi teşkil ediyor. Sadece 2 konuya dikkat etmek lazım burada: tren yoluna bakan odalarda kalırsanız (biz o odalardan birindeydik maalesef), tren düdüklerinin sesi yerli yersiz saatlerde uykunuzu bölebilir. Bir de yüzlerce odası bulunan bu otelin kahvaltı salonunda 50 masa ya var ya yok, kahvaltı saatlerinde uzunca kuyruk beklemeyi göze almak lazım.

Şehirdeki Anchorage Müzesi mutlaka görülmeli. Alaska yerlilerinin yaşamını ve aynı zamanda dramını bu kadar iyi anlatan bir başka yer yok tüm eyalette. Çok iyi hazırlanmış bir sergi ile hem etnoğrafik hem de tarihsel bilgiler edinmek mümkün bu müzede. Müzenin modern sanata ayrılmış bölümleri de var ama o bölümler pek ilgi çekici sayılmaz. Zaten modern sanat bölümünde sürekli değişen sergiler oluyormuş, biz gittiğimizde bir fotoğraf sergisi vardı, günümüz Alaska kırsalındaki yaşamı görmek adına ilginçti ama her zaman bu kadar şanslı olmak mümkün müdür, bilemiyorum. Müzenin dükkanında ise özellikle yazılı kaynaklar çok geniş. Alaska ile ilgili kitap arayanlar için en doğru adres diyebilirim.
                             

Şehrin biraz dışındaki Alaska Native Heritage Center da mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. Alaska yerlileri tarafından kurulmuş olan ve işletilen bu mekanda, küçük bir gölün etrafında farklı kabilelerin günlük yaşam oluşturulmuş. Yerli gençler 50-100 yıl önceki yaşamın nasıl olduğunu anlatıyor ziyaretçilere. Müzede edindiğiniz bilgileri bizzat görerek pekiştirdiğiniz bir mekan burası. Çetin doğa koşullarında imkansızlıklar içinde bir yaşamın nasıl idame ettirildiği, vahşi hayvanlarla yaşam mücadelesi, yerlilerin gelenekleri, hepsini burada öğreniyorsunuz, hem de muhteşem bir doğal ortam içinde.


1964'te yaşanan 9.2 ölçeğindeki deprem, Alaska tarihinde önemli bir yer tutuyor. Biraz da yörede yaşayan az sayıda insan olması nedeniyle, bu büyük depremde 139 kişi ölmüş sadece. Ama yine de epey iz bırakmış Anchorage'da. Bu depremin anısına bir de park var "Earthquake Park" yani "Deprem Parkı" adı verilmiş olan. Bir tane fay hattı şeklindeki anıt dışında, esasen parkta hiçbir şey yok. Zaten etraf koşan, yürüyüş yapan insanlarla dolu, bir de yeşillikler arasında dolaşan irice bir geyik türü olan "moose"ları görmek mümkün. Onun dışında ne diye bu parkı turistik destinasyonlar arasına koymuşlar, anlamak zor.

Ship Creek denen bir bölgede de, somon avlamaya çalışanları görebiliyorsunuz. Dizlerinin de üzerine çıkan plastik botlarıyla suyun içine girmiş insanlar saatlerce olta başında bekliyor. Bizim gittiğimiz tarih (Temmuz) somonların ters istikamete yüzme döneminin daha çok başlangıcı olduğundan, belgesellerdeki o zıplayan somon sürülerine rastlayamadık ama bir iki tane iri somonun suyun akışının ters yönüne ilerlemeye çalışmasına şahit olabildik. İlgilisi için ilginç olabilir ama bana çok bir anlam ifade etmedi doğrusu.

Alaska'da, coğrafyanın karadan ulaşım imkansızlıkları nedeniyle her 100 kişiden 65'inin deniz uçağı olması, deniz uçağı marinası diye adlandırabileceğim mekanlar kurulmasına neden olmuş. Arabayla o marinalarda dolaşıp, deniz uçaklarının inmesini, kalkmasını seyretmek de, bizim gibi deniz uçağının çok yaygın olmadığı bölgelerden gelenler için ilginç bir deneyim.


Alaska mutfağına gelince, öyle çok ahım şahım olduğu söylenemez ama bir King Crab Leg var ki, işte o yenmeden dönülmez zira bu "Kral Yengeç Bacağı"nı başka bir yerde bulmak mümkün değil. Alaska'ya özgü bu kabuklu deniz ürünü hem çok büyük, hem çok leziz. Anchorage'ın ünlü restoranı Simon & Seafort's King Crab Leg'in âlâsını yiyeceğiniz bir mekan, hayli tuzlu ama olsun, Alaska'ya kadar gelmişken bu spesiyaliteyi en doğru yerde yemeden olmaz. Bu restoranın bir başka özelliği de Cook Inlet adı verilen bir körfezin kıyısında olması: bu sayede leziz yengeç bacaklarını tadarken, bir yandan da güçlü gelgitleri de izleme imkanınız oluyor.

Anchorage Müzesi'nin restoranı "Muse" da bu şehrin favori yemek mekanlarından biri. Biz öyle harika bir deneyim yaşamadık ama belki menü seçimimiz doğru olmamıştır.

Anchorage'dan ne alınır derseniz, bilumum yerli motifleri taşıyan aksesuarlar, takılar, şapkalar vs mevcut. En ünlü alışveriş objesi ise "Ulu" adı verilen, bizim satırlara benzeyen bıçaklar. Hatta "Ulu Factory" adı verilen bir dükkanda, bu bıçakların üretim sürecinin anlatıldığı turlar bile düzenleniyor.


Dediğim gibi, Alaska'nın şehirlerinde pek birşey yok, sadece o muazzam ve eşsiz doğaya dalmadan önce, görecekleriniz ve deneyimleyecekleriniz için bir bilgi alt yapısı sağlıyor şehirler.


Hürriyet Seyahat'te Alaska ile ilgili yayınlanan yazıma buradan ulaşabilirsiniz