14 Mayıs 2016

BURGAZADA: KAYBETTİĞİMİZ DEĞERLERE KAÇIŞ...


Havalar ısınmaya başladı mı, hele de güneş azıcık yüzünü gösterdi mi, İstanbullular akın akın Prens Adaları'nın yolunu tutar... Vapurlar, deniz otobüsleri, tekneler, alt alta üst üste insanları taşır, iskelelerde izdiham, tam bir hengame... Tamam, araba yok, oksijen bol, güzel deniz manzarası, doğa, bunlar için de geliyor insanlar adaya ama belki de bilinçaltında, el birliğiyle kaybettiğimiz, kaybolmalarına göz yumduğumuz değerlerin yaşayabildiği nadir yerlerden biri olması nedeniyle geliyoruzdur adalara...






Eski İstanbul'un bugün ancak Balat, Kuzguncuk gibi bir elin parmağını geçmeyecek sayıda semtinde görebileceğimiz, o eski, güzel, özen ve itina dolu mimarisi bu adalarda, halen yaşıyor... Eski İstanbul'u İstanbul yapan kültür çeşitliliği, farklı dinlerdeki insanları, farklı ibadethaneleri, burada, hem de iç içe, hem de hiçbir "ötekileştirme" olmadan... Artık kalmamış ama özleyip durduğumuz mahalle ilişkileri bu adalarda, hem de capcanlı... Bence biraz da işte bu kaybettiklerimizi azıcık da olsa solumaya geliyoruz adalara....

Adalar içinde, benim en sevdiğim Burgazada... Diğer adalara nazaran daha tenha olması, Arap turistlerin burayı hiç tercih etmemesi, eski dokusunu diğer adalara göre çok daha iyi korumuş olması muhtemelen daha çok sevmemin nedeni...

Ayarlayabilip, Cuma'dan gelip hafta sonunu da geçirebilirseniz, hem turistsiz sakin halini, hem de turistlerle şenlenmiş halini görebilirsiniz adanın. Airbnb sayesinde sokakları arşınlarken hayran kaldığınız evlerden birinde de kalabilirsiniz ya da adadaki 2-3 otelden birini seçebilirsiniz. Biz, tam sahilde, iskeleye yürüyerek 2 dakika mesafadeki Pyrgos Otel'de kaldık.






Eski sanatoryumu 8 odalık bir otele dönüştürmüşler. İşleten bir aile, o nedenle çok profesyonel bir ortam yok ama yine de her şey temiz, sevimli, derli toplu, manzara enfes, kahvaltı doyurucu, daha ne olsun? Hele de sabah uyanıp, gözlerini o muhteşem deniz manzarasına açmak yok mu, işte o eşsiz....





Ada küçük ama isteyene gezecek çok yer var. Sait Faik Müzesi mesela... Darüşşafaka'nın yönetiminde, çok modern, çok bilgilendirici, huzur dolu bir müze... Yazarı seviyorsanız hele, uzun yıllarını geçirdiği bu evde dolaşmak, hikayelerini yazdığı çalışma masasını görmek, yazışmalarını okumak o kadar keyifli ki... Hatta bence, müzeyi gezmekle yetinmemek lazım: alacaksınız en sevdiğiniz hikaye kitabını, yolda bir de muhteşem kahveler satan Four Letter Word Kafe'den bir soğuk latte ya da kongo kahvesi kapacaksınız, kurulacaksınız Sait Faik'in bahçesine, vereceksiniz kendinizi satırlara... zamanın nasıl geçtiğini inanın anlamazsınız....

Bir dileğiniz mi var, hadi girin Ayios İdanis Rum Ortodoks Kilisesi'ne, bir mum yakın, içerisini de gezin eğer açıksa. Çıkışta, tam karşıdaki evin sahibinin yetiştirdiği çiçeklerden bir saksı alın eviniz için, rengarenk, pıtrak çiçeklerden herhangi birini seçebilirseniz tabii, hepsi bir başka alımlı zira....                                  




Biraz tempolu yürüyüş yapsam diye geçiriyorsanız içinizden, illa Kalpazankaya'ya gitmeyin, değişiklik yapın biraz. Tepedeki Metamorfosis Manastırı'nı istikamet belleyin. Her zaman açık olmuyor manastır ama manzara her daim orada. En azından harika bir doğal tablo seyretmiş olursunuz tepeden.








O kadar uzaklara gidemem derseniz, o zaman sokaklarda dolaşın, her bir evin önünde hayranlıkla duracak, hele de baharda gittiyseniz, insanı sarhoş eden kokuların hangi çiçekten geldiğini ayırt edebilmek için o çiçekten bu çiçeğe koşuşturacaksınız. 


Acıktınız mı? O zaman alternatifler çok... Şimdi kabul edelim: adada bir Kalpazankaya efsanesi var. Günler öncesinden rezervasyon istiyor, sadece kahve-çay için müşteri kabul etmiyor, manzarası nefis de nefis olmasına, biraz fazla turistik sanki. 


Daha yerel birşeyler istiyorsanız, sahildeki dizi dizi restoranlara gideceksiniz. Hepsi birbirinin aynısı gibi duruyor, biz Barba Yani'de de, Antigoni'de de, Fincan'da da yemek yedik ama açık ara Fincan'ı sevdik. Sahibi Burgazadalı, halen midyesini kendisi çıkartıyor denizden, ahtapotunu kendi dövüyor, hoş sohbet bir insan. Süzme yoğurtlu patlıcan ve biber, somon füme, hele de kroket, pancarlı bulgur salatası, her tür ot... Ama burada da özellikle akşam yemeği için rezervasyon şart... En farklı ve leziz mutfak onda...


Bir de tabii Ergün Pastanesi var ki, onun da özellikle çikolatalı ponçiği efsane.... Manavın rengarenk tezgahlarına dayanamayabilirsiniz, oradan da mevsim meyvelerinden birazcık almadan durabilirseniz, ne ala.

İşte bunları yaparak 2 günün nasıl geçtiğini bile anlamıyor insan Burgazada'da... Artık ulaşım da çok daha kolay: vapur ve deniz otobüsleri dışında deniz taksi, hatta Yeşilköy'e bile doğrudan özel sefer var... Hadi kendinizi nostaljiye boğun, kaçın Cuma'dan Burgazada'ya, hadi....




Bu yazının Hürriyet Seyahat Eki'nde yayınlanan Sait Faik Müzesi ile ilgili bölümüne buradan ulaşabilirsiniz

2 yorum:

  1. Yorum yapmadan gecemedim...bir kere Burgaz'da öyle büyük adadaki gibi ahşap sahane köşkler bulmak zor. Evlerin çoğunluğu 50 yıllık betonarme binalar. Plaj desen o da yok. Ya altı numara ya da kınalı yönünde ilerleyince göreceğiniz mendil kadar bir çakıl alan. Sahildeki restoranlar desen, yesen de yemeden de adam başı fiks bir fiyat..adamın yerkisi desen, hani o şahane komsuluk iliskilerini güden, bir avuç insan. Gerisi göç, yazla gelip guzle giden.. Bence haftasonu için Burgazada'yi hiç düşünmeyin. Hele de Heybeli'nin can ormanları ve plajlari dururken...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Herkesin beklentisi ve deneyimi farklı oluyor sanırım :-) plaj arayışında olanlar için Burgazada dediğiniz gibi hiç doğru tercih değil ama zaten ben de plaj arayışında olanlara tavsiye etmiyorum Burgazada'yı... Evler konusunda sizinle hemfikir değilim, illa ahşap köşk olması gerekmiyor mimarinin güzel olması için (ki ahşap köşklerin de sayısı az değil doğrusu), 1940 ve 50'lilerin çok güzel evleri de var adada kanaatimce. Üstelik Sait Faik de sadece Burgazada'da var (tabii Heybelide'de Hüseyin Rahmi Gürpınar var ama benim gönlümdeki hep Sait Faik olmuştur). Dediğim gibi, beklentiler ve deneyimlere göre izlenimler de değişiyor... Benim deneyimim, hissettiklerim tam yukarıda yazdıklarım gibiydi :-) Sağlıcakla kalın...

      Sil