5 Eylül 2015

SİNOP: GÜNEŞİN DENİZDEN DOĞUP DENİZDEN BATTIĞI ŞEHİR


Günümüzde gezginlerin keşif listesindeki coğrafya sıralamasını alt üst eden yeni bir kriter var: bozulmadan, yokolmadan görülecek yer kriteri... İşte ülkemizin en kuzey noktasındaki Sinop da maalesef bu kritere sahip artık ... Sinop halkının "nükleer santral istemiyoruz" haykırışları duymazdan gelinerek bir doğa harikası olan Hamsilos'u yok etme pahasına kurulacak nükleer santraldan önce bu güzide coğrafyayı görmelisiniz.. Aksi takdirde başkalarının anılarıyla ve çektikleri fotoğraflarla yetinmek zorunda kalacaksınız... 

Sinop deyince tabii sadece şehir değil, yaklaşık 50 kilometrelik bir alana yayılmış olan doğa harikaları da geliyor akla... Ama hepsini tek yazıya sığdırmak çok zor, bu nedenle bu yazı sadece şehirle ilgili... Civardaki olmazsa olmaz diğer mekanlar ise başka bir yazıya artık....

Sinop'la ilgili tavsiyelerden önce, gelsin şehirle ilgili bazı bilgiler:


Dünyada güneşin denizden doğup, denizden battığı 11 şehirden biri

Granit zemine kurulduğu için deprem riski yok (nükleer santral için seçilmesinin nedeni de maalesef bu....)

Yapılan araştırmalara göre, ülkenin en mutlu insanlarının yaşadığı şehir, nüfusu 38.000

Anadolu'nun en eski kentlerinden biri, ilk yerleşim taa Tunç Çağı'na kadar geri gidiyor


19. yüzyıla kadar Karadeniz'in ticari ve kültürel merkezi, sonrasında ulaşımdaki farklı olanaklar nedeniyle şehir önemini kaybetmiş, yerini Samsun ve Trabzon almış...

Ünlü filozof Diyojen'in MÖ 404'te doğduğu şehir...

Cumhuriyetin önemli devrimi Harf Devrimi'nin ilan edildiği şehir

Peki nasıl gideceğiz Sinop'a? 

Sinop'a ulaşmak için karayolunu tercih etmiyorsanız, şehrin bir havalimanı var ama uçuş saatleri, özellikle de sayılı gününüz varsa gezmek için, hiç elverişli değil. Samsun Havalimanı'na gelip, oradan araç kiralamak en akıllıca tercih... Zaten Sinop ve çevresini layıkıyla gezmek istiyorsanız, mutlaka araç, hatta mümkünse SUV tarzı bir araç en ideali... 



Hem Samsun'dan gelirken Bafra'da Turan Usta'nın yerinde Bafra pidesi molası vermek için de böylelikle haklı bir gerekçeniz olur... Ama şehir içinde, özellikle yaz mevsimlerinde ciddi bir otopark sorunu yaşanıyor, bunu da göz önünde bulundurmakta fayda var....




Sinop'tasınız, nerede konaklayacaksınız? 

Şehrin içindeki otelleri pek tavsiye etmiyorum, kaldığımdan değil ama dışarıdan bakınca edindiğim izlenim biraz gürültülü, biraz ruhsuz oldukları yönünde... Karakum denen, şehir merkezine arabayla en fazla 5 dakika uzaklıkta olan mevkide ise, hem muhteşem manzaraları olan, hem de daha otantik bir görünüm arzeden oteller, pansiyonlar var, bunları tercih etmek keyifli bir tatil için daha doğru bir seçim olabilir. Özellikle de çevreyi de gezecekseniz, çok yorulacaksınız demektir, hiç olmazsa akşam otele döndüğünüzde biraz konfor iyi gelecektir. 


Biz Karakum'daki Zinos Otel'de konakladık ve çok memnun kaldık. Hem ilgi alaka, hem konum ve manzara, hem temizlik ve konfor ve tabii ki nispeten otantik ortam bizi epey etkiledi. Biz ilkbaharda gittiğimiz için faylanamadık ama güzel bir havuzu ve güzel bir plajı da var...







Sinop şehir merkezinde nereler gezilir?

Sinop şehir merkezi için programınızda en az 1 gün ayırmanız lazım, gezilecek, görülecek çok yer var... 
  • Sinop Cezaevi

Türkiye'nin "Alkatraz"ı yani ünlü Sinop Cezaevi şehrin hemen girişinde, hüzünlü ve boğucu ama bir o kadar da mutlaka görülmesi gereken bir yapı... Yapı dediğime bakmayın, mimarisi değil tabii ki burayı olmazsa olmaz listesinin en başına yerleştiren.... 4000 yıl önce bölgeye hakim Gaskalılar tarafından inşa edilip neredeyse tüm tarih boyunca zindan ve cezaevi olarak kullanılmış bir kale burası. Evliya Çelebi bile 1640 yılında buraya geldiğinde, bu zindanı gezmiş, ünlü Seyahatnamesi'nde buradan bahsetmiş. 

Kimler yok ki mahpusları arasında: Nazım Hikmet, Burhan Felek, Necip Fazıl Kısakürek, Zekeriya Sertel, Refik Halid Karay... ve tabii ki "aldırma gönül aldırma" şiirini burada yazan Sabahattin Ali... Cezaevine en çok iz bırakmış olan da Sabahattin Ali zaten... kaldığı koğuşu duvarları onun şiirleriyle bezeli... 




Koğuşlar, hücreler, kapalı kapılar, görüş odaları ve bir saatliğine gezerken bile içinize işleyen bir rutubet.... Tarihinde sadece 3 firarisi olan bir hapishane... İnsanın kanını donduran bir mekan.... Ziyaretçisi çok bugün, her yerde açıklamalı yazılar var ama sadece Türkçe... İçinde bir de küçük bir marketten dönüşmeye çalışan kafesi de var eğer abur cubur birşeyler yiyip içmek isterseniz... Ama tüm bu "turistik" boyutuna rağmen, artık duvarlarına işlemiş esaretten midir nedir, hüzünlü ve ürkütücü bir yer burası....

  • Sinop Arkeoloji Müzesi
Karadeniz'in en büyük müzesi olma özelliğini taşıyor. İçinde bir de Sultan 1. Murat'ın yeğeni İsmet Sultan Hatun'un türbesi yer alıyor. Sizlere sadece bahçesini anlatabileceğim zira, gitmeden önce iki kere telefonla arayıp kontrol etmemize rağmen, gittiğimiz gün, "tadilat" nedeniyle kapalıydı bu müze... Ama bahçesinde sergilenen sınırlı esere bakınca, içerdeki göremediğimiz bölümlerin ne kadar etkileyici olabileceğini tahmin ediyor insan... Güzel, bakımlı bir bahçe. Bahçenin bir yanında MÖ 4. yüzyıla tarihlendirilen, Mısır kökenli güneş tanrısı Serapis'e adanmış Serapis Mabedi yer alıyor. Sadece temelleri yer alan mabed ile ilgili maalesef yeterli bilgi hiçbir yerde yok. 



Mabedin hemen yanında ise 1853'te tam 2700 şehit verdiğimiz Sinop Baskını'nda ölen denizcilerin adına dikilmiş Deniz Şehitleri Anıtı yükseliyor, yine güzel, dingin bir bahçe içinde. Müze 8:30-17:30 arası açık, sadece Pazartesi günleri kapalı, Müzekart geçiyor ve telefonu da 0368-261 19 75










  • Sinop Etnoğrafya Müzesi (Arslan Torunbey Konağı)
18. yüzyıl mimarisini taşıyan bu konak, yörenin geleneksel Türk evini gezmenizi, görmenizi sağlıyor. Barok detayları, rokoko üslubu, stukko uygulamaları ile batı etkisini de yansıtan bu konağın içinde, günlük yaşamı, günlük yaşamdaki aksesuar ve eşyaları görmek mümkün. Dönemin Sinop'unu gözününde canlandırmak için mutlaka burayı gezmelisiniz. Bu müze de sadece Pazartesi günleri kapalı, diğer günler 8:00-17:00 saatleri arası açık, Müzekart geçiyor ve telefonu da 0368-260 23 07


  • Pervane Medresesi
1262 yılında inşa edilmiş, uzun yıllar medrese olarak kullanılmış, 1932-1970 arası müzeye çevrilmiş, bugünse Sinop'a özgü el sanatları eserlerinin satıldığı bir çarşı olarak kullanılıyor... Çok başarılı bir çarşı olduğu söylenemez, hayli de boş, ne kadar ayakta kalır bilinmez, yine de gelmişken, vakit de varsa görülebilir. 

  • Alaaddin Camii
1214 senesine tarihlendirilen ve evkaf kayıtlarında Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat tarafından yaptırıldığı yazılı olan bu cami, erken dönem İslam cami şemasının çok güzel örneklerinden biri: sade, mütevazı, dingin bir kutsal mekan. Tabii ki çok renovasyon yaşamış, minberi bile 19. yüzyıldan kalma ama özellikle cami mimarisi meraklıları için görülmesi gereken bir yer. Avlusunda ayrıca içinde 11 adet sanduka bulunan İsfendiyaroğulları Türbesi de yer alıyor.







  • Şahin Tepesi
Burada herhangi bir tarihi eser, bina vs yok ama manzarası tek kelime ile muhteşem... Sinop'a kuşbakışı bakabildiğiniz, denizin sağdan ve soldan şehri kuşatmasını gözlemleyebildiğiniz bir yer... Hatta öyle ki, şehrin tipik çirkin modern yapılaşması bile buradan göze batmıyor, o kadar güzel bir yer...




  • Boşuna Zaman Kaybetmeyin Diyeceğim Yerler
Tüm Sinop rehberlerinde, şehir içinde gezin görün denen bazı yerler var ki, ben tam tersine, bunları gezmeyin, görmeyin diyorum... İlki Balatlar Kilisesi... Ulaşabilmek için bir yokuş tırmanmanız gereken bir yerde yer alan bu kiliseden geriye sadece temelleri kalmış, onlara da yaklaşamıyorsunuz bile, zira dikenli tellerle çevresi kapatılmış... Boşuna tırmanmayın... Keza Seyid Bilal Türbesi... bildiğiniz türbe, yanındaki cami de ne herhangi bir mimari değer, ne de tarihi değer içeriyor, boşuna zaman kaybetmeyin. Ve tabii bir de Paşa Tabyaları.... İşte bildiğiniz toplar, mevziler vs ama buranın da girişi kapalı, içinde çay bahçesi benzeri bazı yapılaşmalar, çocuklar için kaydırak vs var, herhalde mesire yeri olarak kullanılıyor yazın, baharda kapalıydı her yer....


Sinop'ta Ne Yeriz? Ne İçeriz?

Sinop'a gitmeden okuduklarım, bizi bu şehirde bir lezzet şöleni bekliyor izlenimi yaratmıştı bende... Büyük hayal kırıklığı.... Gerçekten de şehrin belki de en zayıf yönü yeme-içme kültürü... Haksızlık etmeyelim, güzel lezzetler de var ama öyle allanıp pullandığı kadar değil maalesef...

Teyze'nin Mutfağı, ünlü Sinop mantısını tadabileceğiniz, fast food vari bir mekan. Yerlilerin "göbekli hamur" ya da "kulaklı hamur" olarak da adlandırdığı bu yemek, geleneksel mantının neredeyse aynısı, sadece hamuru biraz daha farklı, yarısına yoğurt, diğer yarısına da ceviz sosu dökerek servis ediliyor. Leziz, ama unutulmaz bir lezzet de değil


Niyazi Şen Pastanesi "prenses" adı verilen alamet-i farikası ile ünlü bir mekan. Sinop'la ilgili tüm seyahat rehberlerinde adı geçiyor. Şehrin merkezinde bir pastane, tabii ki gittik, girdik, sipariş verdik... Beklenti büyük olduğundan herhalde, bu da büyük bir hayal kırıklığı oldu... Ama bu pastanenin dondurmalı revanisi hiç fena değil, ona laf yok....





Saray Restoran mekanı en iyi balıkçılardan biri ama mekan dışında hiçbir şey yok burada, etik dahil olmak üzere.. Telefonla önceden arayıp şu balıklar var mı diye soruyorsunuz, evet var deniyor, gidiyorsunuz, sipariş ediyorsunuz, iki gündür gelmiyor o balık diyorlar.... Gelen mezeler maalesef tatsız tutsuz... Hesap hem şişkin hem de kontrol gerektiriyor: sizin de başınıza bizimki gibi, yan masanın siparişlerinin bir bölümü eklenmiş bir hesap gelebilir, üstelik farkettiğinizde özür bile bulamazsınız.... Yine de illa gideyim derseniz, telefonu 0368-261 17 29.




Okyanus Balıkevi, mekan olarak biraz ruhsuz olmakla birlikte, yemekleri en leziz olan ve çalışanları çok misafirperver olan restoran olarak, açık arayla şehrin en iyi restoranı ünvanını hakediyor. Menünün olmazsa olmazları çarpan balığı, balık çorbası, hamsili pilav ve mısır ekmeği. Rezervasyon yaptırmak isterseniz telefonu 0368-261 39 50






Balıkçılar limanındaki Yalı Kahvesi ise, tüm Sinop'ta kesinlikle mutlaka gidin diyeceğim tek yemek mekanı. Aslında yemek mekanı demek de yanlış çünkü burası bildiğiniz çay bahçesi. Sadece içecek servisi var, yiyeceğinizi siz getiriyorsunuz. Ya günün her saati sıcak Sinop simidi satan seyyar satıcılardan simit alacaksınız (bu simitler geleneksel simitlere göre daha ince, daha gevrek) ya da bir pastaneden "nokul" alacaksınız, çay eşliğinde yiyeceksiniz. 

Nokul nedir, biraz anlatayım: ya kıymalı ya da üzümlü-cevizli oluyor yani bir tuzlu versiyonu var, bir de tatlı. Bir çeşit börek, Sinop'un yemek konusundaki alamet-i farikası işte bu nokul, tatmadan dönmek olmaz. İşte Yalı Kahvesi'ne ister sabah, ister akşamüstü gelin (akşamüstü batan güneşte daha güzel oluyor manzarası bence), demli bir çay söyleyin, yanında da simitinizi, nokulunuzu tadın.... İşte gerçek Sinop deneyimi bu.....



Sinop'tan Ne Alınır?

Rehberlerde oya işleri ve keten çarşaf ve örtüler alınır diyor ama 4 gün kaldık, biz bunları satan hiçbir yer göremedik. Ama esas alınacak şey ahşap tekne maketleri... 1950 yılında aftan yararlanarak Sinop Cezaevi'nden çıkan iki mahkum, Sinop'a yerleşip bu işi başlatmışlar. Bugün tersane yolu diye adlandırılan bölgede onlarca dükkan var ahşap tekne maketleri satan, rengarenk, cıvıl cıvıl dükkanlar... Birşey almasanız bile, dükkanları gezin, içiniz açılacak....







İşte Sinop şehir merkezi böyle... Sinop'un esas güzellikleri çevresindeki bölgede yer alan Hamsilos'ta, Akliman'da, İnceburun'da, Erfelek Şelaleri'nde... Buralar hakikaten muhteşem, insanı nefessiz kılan doğal güzellikler... Ama onlar, bir sonraki yazıda.... 




24 Temmuz 2015

ALTAY: ATALARIN TOPRAKLARINDA



Yüzyıllar süren ve Anadolu’ya yerleşmekle sonlanan büyük göçün başlangıç noktalarından birindeyiz... Göz alabildiğinde uzanan çayırlar, ileride ulu dağlar.... Sağımız, solumuz, her yanımız sadece doğa... bildiğimiz doğa gibi değil ama... hiç el değmemiş.... hiç dokunulmamış... hiç örselenmemiş.... adeta oluştuğu ilk günkü gibi duran, azametli, karşısında ufacık ve çaresiz hissettiğiniz ve önünde büyük bir saygıyla eğildiğiniz, fotoğraflara bile sığmayan, sözcüklere bile dökülemeyen muazzam bir doğa.....

Burası Güney Sibirya’daki Altay Özerk Bölgesi.... Az sayıdaki yaşayanlarının büyük bir kısmının halen Şaman olduğu, Gök Tanrı’ya, doğaya taptığı yaman ve çetin bir coğrafya.... Gideni çok, geleni ise neredeyse hiç yok olan topraklar... Ve biz, bu topraklarda, yüzyıllar önce atalarının kervan kervan terkettiği bu topraklarda, tarif edilemez duygularla başı dönmüş bir grup insan...

Altay Özerk Bölgesi’ne gitmek maalesef çok zor... Kendi kendine gitmeye kalkışmak her baba yiğidin harcı değil: bölgede turizm henüz yeterince gelişmemiş... Var olan kör topal turizm ise sadece şehirlere yakın bölgelerde... gerçekten bölgenin içerilerine gitmeye heveslenirseniz, ne doğru dürüst bir yol var, ne yemek yiyecek, konaklanacak düzgün bir yer, ne de işleyen bir sistem... Zaten Rusça dışında kimse bir dil bilmiyor... O yüzden bu coğrafyaya gitmek isterseniz elinizdeki tek imkan, sayısı bir elin parmağını geçmeyen, kültür turizmi odaklı çalışan turizm şirketleri...

Öte yandan, buraları görmek istiyorsanız, elinizi çabuk tutmanızda da fayda var: bölgeden çok yakında doğal gaz boru hattı geçirilecek ve ayrıca Rusya, Altay Özerk Bölgesi’ni ülkenin kumarhane merkezi yapmaya karar vermiş... Yani kısacası, 10 yıla kalmadan, bu bakir topraklar, maalesef, insanoğlunun bitmez tükenmez tahribatından fena halde payını alacak....


Altay Türkleri ile karşılaştığınızda, kulağınıza tanıdık gelen birkaç sözcük dışında ortak bir dili konuşamıyor olsanız da, günümüz yaşantısında neredeyse ortak hiçbir şeyimiz kalmamış olsa da, bu topraklarda dolaşırken, atalarınızın izinden gittiğinizi hissediyorsunuz.... Karşılaştığımız bir Altay Türkünün söylediği sözler aslında gerçeğimizi çok güzel özetliyor: “yüzyıllar önce, siz bu yoldan gittiniz, biz ise burada kaldık; tek farkımız buydu”.....





Coğrafya

Yaklaşık Fransa’nın yüzölçümü kadar bir bölgeyi kaplayan Altaylar’ın yarısından fazlası orman ve dağlık. Bölgede 20.000’den fazla nehir, 1000’den fazla göl bulunuyor.


Yüksek bölgelerdeki donmuş toprak (termofrost) tarımı imkansız kılsa da, kurganların yani mezarların içindeki pazırık adı verilen ahşap gömütlerin günümüze kadar korunmasını sağlıyor. Zaten bölgedeki tarihsel çalışmaların en büyük kaynağı bu kurganlar ve petroglif denen kaya resimleri


Güzergah

Altay Özerk Bölgesi’nin büyüleyici doğasına ve tarihine ulaşmak için, önce şehirlerde birkaç gün geçirmeniz gerekiyor. THY’nin İstanbul-Novosibirsk direkt uçuşları sayesinde ulaşımın ilk bacağı hayli kolay olsa da, Novosibirsk’ten sonrasında karayoluyla ilerlemekten başka çare yok.


Bu kadar büyük bir bölgeyi gezerken birer gece konaklayarak bir plan yapmak gerekiyor. El değmemiş topraklara varabilmek ve bir anlamda o toprakları “anlayabilmek” için,  önce Barnaul, Biysk, Çemal ve Gorno Altaysk gibi şehir ve bölgeleri gezmek gerekiyor.


O eşsiz doğaya ise, ancak kuzeyden güneye mesafesi 78 kilometre olan Teletskoye Gölü’nün güneyine ayak bastığınızda ulaşabiliyorsunuz. Dönüş ise, Koçevnik, Çemal, Gorno Altaysk ve Barnaul üzerinden oluyor.


Teletskoye Gölü’nden itibaren, şehir bölgesine ulaşana kadar, 4x4 araçlar dışında ilerlemek için pek fazla alternatifiniz yok. Asfalt yok yok, toprak yollar ise hayli zorlu


Şamanizm

Bu bölgede gerçek şamanlarla tanışmak artık neredeyse imkansız. Ama Barnaul, Biysk ve Gorno Altaysk’taki müzelerde şamanizmle ilgili çok önemli ve kapsamlı bilgi, belge ve görseller bulmak mümkün.

Şamanizmin özünde yer, gök ve yerin altından oluşan üçlü bir düzlem yer alıyor. İlk şamanların hep kadın olduğu biliniyor. Şamanlar ibadetlerini dağ yamaçlarında yapıyor. Anadolu’da da bir dönem kullanılan 12 hayvan takvimi, bazı yörelerde halen kullanılıyor. Şamanist geleneğin bir parçası olan dilek ağaçlarına halen çok sık rastlanıyor.


Şamanın giydikleri ve kullandıklarındaki her detay aslında sembolizm içeriyor. Örneğin, giysisindeki 9 kabuk, gökyüzünün dokuz katını simgeliyor. Sırtındaki insan figürü sayısı, içgörülerinde şamana yardımcı olan ruhların sayısını gösteriyor. Kullanılan kuş figürü, insanın ruhunu gökyüzüne taşıyan aracıyı temsil ediyor. Eğer başlığında tüy varsa (genelde tüy olmuyor), bu durum, o şamanın Gök Tanrı ile çok yakın olduğu anlamına geliyor.


Kaya Resimleri (Petroglifler)

Denizden 1280 metre yükseklikteli Karakol Vadisi M.Ö. 3000 yılından günümüze kalan ünlü Kalbak-Taş kaya resimlerine ev sahipliği yapıyor. Yörede yaşayan yerli bir kadın, kaya resimlerinin korunmasından sorumlu ve gelenlere resimlerle ilgili açıklamaları yapıyor, tabii ki tüm açıklamalar Rusça, bu nedenle eğer Rusça bilmiyorsanız, yanınızda bir tercüman olmadan anlatılanları anlamak mümkün değil.





Çok nadir görülen vahşi bir kediden, doğum yapan kadına, miğfer takmış savaşçılardan, Umay efsanesine, bu petroglifler dönemin hem günlük yaşamını, hem de inanışlarını resmediyor

Kaya resimlerinin bir kısmı çok daha ince hatlı, farklı bir teknikle yapılmış: işte bu farklı olanların bölgedeki Türkler tarafından yapıldığı belirtiliyor ve M.S. 500-600 yıllarına tarihlendiriliyor





Teletskoye Gölü

Altay Türkçesi’nde “Altın Köl” adı verilen ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Teletskoye Gölü, 70 tane nehrin suyunu boşalttığı, kuzeyden güneye mesafesi 78 kilometre olan çok büyük bir göl.


240 metre derinliğindeki gölün yüzeyinde, kışın 1 metre kalınlığında buz tabakası oluşuyor. Gölün doğu yakası doğal park ve bu bölüme herhangi bir tesis, ev, baraka kurmak bile yasak. Batı yakasında ise, sayıları çok çok az olan ahşap evler göze çarpıyor. Gölün manzarası İsviçre Alpleriyle yarışacak kadar etkileyici. Kanocular burayı mesken edinmiş durumdalar.


Gölün güney yakası itibariyle, medeniyetten çok uzak bir bölgeye adım atılmış oluyor... Buralardaki ortam ortaçağı andırırcasına el değmemiş: az sayıdaki kampta ne elektrik var, ne su, ne de kanalizasyonla işleyen bir tuvalet sistemi... Herşey ilkel ama yine de temiz....



Katu Yarık

Ünlü Ergenekon Destanı’na konu olan yer işte burası: Katu Yarık... Gerçekten, destanda bahsi geçen geçit vermez dağların, demirleri eriterek yarılması hayaline ilham kaynağı olacak bir coğrafya burası....  Muazzam dik dağlar ve ortasında daracık, yemyeşil bir vadi... Bu bölgedeki dağların bakır ve gümüş zengini olduğunu da düşünecek olursak, destanın yine de gerçekle az da olsa bağlantısı olduğunu söyleyebiliriz.



Tabii ki gerçekte bu vadi, milyonlarca yıl önce burada olan buzulun erimesiyle ortaya çıkmış bir boşluk ve bugün adeta dağların yırtılmasıyla oluşmuş bir yarık gibi duruyor...



Bu bölgenin en güzel manzarasını görebilmek için, 9 virajlı 600 metre yükseklikteki yamacı tırmanmanız gerekecek. Yaya olarak çıkmayı göze alanlar çok az sayıdaki, fiziksel performansı güçlü kişiler... Araçla çıkmak ise tam bir macera: 4x4’ler bile zorlanıyor, yolda arada durursa, yeniden kalkması bile çok çok zor oluyor....

Ukok Prensesi

Bölgeye gelen az sayıdaki turisti çeken en önemli etken ise Buz Prensesi de denen, yerel halkın ise sadece “kadın” diye adlandırdıkları “Ukok Prensesi” lakaplı mumya. Denizden 2000 metre yükseklikteki Ukok Platosu’ndaki pazırıkta 1993 senesinde bulunan bu mumyanın 2500 yıllık olduğu tespit edilmiş.



25-30 yaşlarında, 1.65 boyunda bir kadına ait olan ve neredeyse hiç bozulmadan günümüze ulaşan bu mumyanın en ilgi çeken özelliği ise her iki kolunu da kaplayan dövmeler: özellikle sol omzundaki ağzı grifonu andıran geyik ve diğer kolundaki kar leoparı dövmesi görenleri çok etkiliyor. Dönemin inancına göre, ölüyü gökyüzüne taşıyacak 6 atla birlikte gömülmüş bu kadının, gömütte herhangi bir silah olmaması nedeniyle, bir savaşçı değil de, şaman ya da kutsal bir kişi olduğu düşünülüyor. 

Yapılan DNA testi sonucu, Altay kökenli değil Hint-Avrupa kökenli olduğu tespit edilmiş olsa da, Altay halkı Ukok Prensesi’ni sahiplenmiş durumda. Hatta bulunduğu yerden alınıp Gorno-Altaysk’taki Anohin Altay Cumhuriyeti Kültür, Tarih ve Arkeoloji Müzesi’ne taşınmış olmasına bile büyük tepki gösteriyorlar.



Homey (Gırtlak Şarkıları)

Altay’ın “homey” adı verilen meşhur gırtlak şarkılarını dinlemek için özel seanslar gerekiyor. Altay dilinde bu şarkılara “kai” deniyor, yani tabiat ananın nefesi... Bu şarkıları söyleyenlere ise “kaichi” ismi veriliyor. Ama “kaichi”lerin aynı zamanda bilge insanlar olması, ”gökyüzünü yeryüzüne getiren insan” olması gerekiyor.


Kaichi’ler gırtlak şarkıları dışında, her türlü hayvanın sesini de çıkartabiliyor ve ara ara farkedilen Türkçe sözcüklerle bezeli ezgilere çok farklı yöresel enstrümanlarla eşlik ediyor


Yeme-İçme

Bölgede şehirdeyseniz, istediğiniz mutfağın yemeğini bulmak mümkün. Ama kırsal kesime geçtiğiniz anda, önünüze ne geliyorsa onu yemek gerekiyor, alternatifiniz yok...

Tabii ki, gelmişken Rus ve Altay spesiyalitelerini mutlaka denemekte fayda var: kvas adı verilen kekremsi bir tadı olan Rus içeceği, borç çorbası, kabaklı çörek olarak tanımlanabilecek piroşki, özellikle bir tür mantı ya da ravioli diyebileceğimiz pelmeni mutlaka tadılması gerekenler listesinde.

Bölgede en ilginç yiyecekleri, tabii ki kırsal kesime geldiğinizde tadıyorsunuz... Mesela paça: bizim mutfağımızda sadece çorbasını içtiğimiz paçayı Altaylılar haşlanmış et şeklinde tüketiyor. Paça, doğal olarak hemen donduğu için, gelen sıcak kasenin içine sokup çıkartılarak, yağı eritiliyor ve yemeye devam ediliyor.


“Araka” isimli Altay votkası ise, sert içki isteyenler için doğru seçim olacaktır



Banya

Rusların ünlü saunası “banya” başlı başına bir tören. Özellikle musluk suyu olmayan yerlerde konakladığınızda, zaten temizlenmek için tek şansınız bu banyalar.


Buhar banyosu gibi işlev gören ve her zaman yakındaki nehrin yanına inşa edilmiş tahta kulübelerin içinde önce bol bol ter atıyorsunuz, sonra da koşa koşa buz gibi akan nehre dalıp çıkıyorsunuz... Nehirde biraz yüzeyim demenize imkan yok: hem akıntı her yerde çok güçlü, hem de bir dakikadan sonra hipotermi riski var.


Mimari

Bölgenin çetin koşulları ve bina yapımında ahşap kullanılması, çok geçmişten bugüne herhangi bir yapı kalmasına maalesef izin vermemiş. Büyük şehirlerde dahi, sürekli çıkan büyük yangınlar sonucu, 1800’lere kadar geri giden bina sayısı ya 10 ya 20...










Kırsal kesimdeki kulübelerden, şehirlerdeki iki üç katlı eski yapılara kadar, tüm ahşap yapılarda, pencere kenarlarında süsler görülüyor. Rus kültürüne ait bu süslere nalinchki deniyor ve kötü ruhların eve girmesini engellediğine inanılıyor.










Büyük şehirlerde, son yıllarda renove edilmiş soğan kubbeli kiliseler heybetli bir şekilde yükseliyor. Ancak kiliselerde kurallar çok sıkı: kadınların mutlaka kafalarını kapatmaları, erkeklerin mutlaka kafalarını açmaları isteniyor. Kiliselerin avlusunda ya da bahçesinde açık alanda bile sigara içilmesine, yüksek sesle konuşulmasına izin verilmiyor.