27 Mart 2014

BERGAMA: TARİHLE YOĞRULMUŞ BİR COĞRAFYA


İzmir'in Bakırçay havzasında kurulu bu küçük ilçe, M.Ö. 399 yılına kadar giden heybetli tarihiyle, meraklı gezginler için dünyadaki birçok şehirden çok daha fazla keşif imkanı sunuyor. Bergama'yı layıkıyla keşfetmek, tanımak ve anlamak için tam bir gün bile zar zor yetiyor insana.

Gezi deneyimlerini edebiyatla zenginleştirmeyi sevenlere tavsiyem ise, burayı gezerken Marguerite Yourcenar'ın "Hadrianus'un Anıları" isimli romanını okumaları.. Her ne kadar zamanlar ve mekanlar birebir örtüşmese de, 25 senede itina ve özenle yazılmış bu kitap, Bergama'daki binlerce yıllık kalıntılar arasında gezerken, oradaki yaşamı gözünüzün önünde canlandırmanıza imkan tanıyacak kesinlikle...




Bugünkü modern ilçe, çok otantik bir mimari yapı sergilemiyor. Ama yine de arada kalmış bazı sokaklarda, geleneksel Türk mimarisinin özelliklerini taşıyan bakımlı ve sevimli birkaç binaya rastlamak mümkün.







Tabii Bergama deyince ilk akla gelen tepenin üzerine kurulu olan, göz kamaştırıcı Pergamon antik kenti oluyor. Her ne kadar ünlü Zeus Tapınağı taş taş yurtdışına götürülmüş ve bugün Berlin'de sergileniyor olsa da, geriye kalanların ihtişamı yine de bir teselli olabilecek kadar etkileyici.





M.Ö. 263 itibariyle Helenistik dünyanın önemli bir merkezi haline gelen Pergamon, Roma İmparatorluğu döneminde de önemini korumaya devam etmiş.





Tepeye bir teleferik ile çıkılıyor. Yakın zamana kadar yürüyerek çıkmak gerekiyormuş, bu teleferik özellikle yaşlı gezginler için çok elverişli olmuş. Ancak bu binanın yörenin antik dokusuyla hiç bir suretle örtüşmeyen plastik görünümlü mimarisi gerçekten görsel bir felaket... 





Ama en azından, teleferikte giderken, Kestel baraj gölünün manzarası, sadece arkeoloji odaklı bir deneyim elde etmeyi bekleyen gezginler için çok güzel bir sürpriz oluyor.

Tepede ilk karşınıza çıkan, zamanın en değerli papirus el yazmalarını içeren kütüphanenin kalıntıları oluyor. Bugün maalesef kütüphaneden geriye kalan sadece duvarların çok kısmi bir bölümü.


















Traianus Tapınağı ise halen görkemini koruyor. Roma İmparatoru Trajan'a ithafen yapılmış olan bir tapınakta bulunan birçok heykel de yine maalesef Berlin'e kaçırılmış olan eserler arasında yer alıyor.




Pergamon'un 10.000 kişi kapasiteli tiyatrosu ise, Batı Anadolu'nun en dik açılı antik tiyatrosu olma özelliğini taşıyor. Tiyatronun hemen altında ise, yine birçok önemli parçası Berlin'de yer alan Dionysos Tapınağı'nın kalıntıları bulunuyor.






Maalesef çoğu turist, tepenin üzerindeki bu kalıntıları gezdikten sonra Pergamon'dan ayrılıyor. Ne büyük hata!! Zira, esas tepenin yamaçlarındaki günlük yaşamın daha yaygın olarak devam ettiği alanları gezmeden Pergamon'u görmüş sayılmaz insan...






Tabii, yamaçtan inerken izlenecek yol çok net değil. Mavi işaretleri takip edin diyen uyarı levhaları var ama mavi işaretleri bulmak ayrı bir iş, zira özellikle de bizim gibi ilkbaharda gitmişseniz, otlar ve çiçekler bürümüş oluyor her yeri. Ama o kadar da sorun değil, sonuçta düz bir yamaç var ve bir şekilde düzlüğe kadar inmeniz yeterli, oradan çıkışı bulmak kolay.



Yamaçta atletlerin spor müsabakaları için hazırlandığı Gymnasium, öğrencilerin okul binaları gibi kalıntılar yer alıyor. Ama bunların içinde en etkileyicisi, 2004 yılında ziyarete açılmış olan ve "Z Binası" olarak adlandırılan buluntu.







Burası, antik şehirde devlet konukevi görevini gördüğü düşünülen bir bina... yer mozaikleri mükemmel bir şekilde korunmuş, terası ve odalarının yapısı adeta hiç bozulmamış. Özel bir güvenlik görevlisinin koruduğu bu en etkileyici bölüme, tepedeki yoğun turist grubundan neredeyse hiç kimsenin gelmiyor oluşu muhtemelen hiçbir yerde bu binaya yönlendiren bir işaretin bulunmamasından kaynaklanıyor....



Pergamon'un bir parçası olan ancak bugün aradaki modern şehrin varlığıyla ayrı bir antik buluntu gibi görülen Asklepion ise, dönemin "hastane"si. Apollon'un sağlık ve hekimlik tanrısı olarak bilinen oğlu Asklepios'a adanmış olan bu mekana sütunlu bir yoldan giriliyor. Dönemin en önemli sağlık merkezi olan Asklepion'da şifalı su, çamur kürü, su sesi, psikoterapi gibi yöntemlerle hastalıkların tedavi edildiği biliniyor.


Bu "hastane"nin kendine özel bir de ayrı tiyatrosu bulunuyor. Her ne kadar günümüze kalanlar, insanın gözünde binlerce yıl önceki ortamı canlandırmasına yetecek kadar azametli değilse de, biz şanslıydık: bu geziyi birlikte yaptığımız tur liderimiz, Asklepion'da tedavi görmüş bir filozofun anılarının Fransızca çevirisinden bize seçme okumalar yaptığı için, adeta o günleri yaşamış gibi olduk...



Hem Pergamon'da hem de Asklepion'da bulunmuş, daha doğrusu Almanya'ya götürülenlerden sonra geriye kalmış değerli heykeller, büstler, rölyefler ve objeler ise, modern Bergama'daki Bergama Müzesi'nde sergileniyor. Bu küçük ama oldukça başarılı müze iki bölümden oluşuyor: arkeoloji ve etnografi.






Arkeoloji bölümünde kazılarda bulunmuş eserler gayet açıklayıcı bilgiler eşliğinde sergileniyor. Etnografi bölümünde ise daha ziyade Türk ve Osmanlı motifleri içeren giysiler, eşyalar, gelenek ve göreneklerin canlandırıldığı sahneler eşliğinde sergileniyor.





Müzenin bahçesinde ise mezar stelleri ve Osmanlı döneminden kalma mezar taşları yer alıyor.                              
                  




Bu kadar turizm odaklı bir ilçe olmasına rağmen, maalesef Bergama'da güzel bir yemek yiyecek yer bulmak biraz zor. Büyük turist gruplarını ağırlamak üzere yapılmış, hangara benzeyen, Z Binası'ndaki mozaiklerin başarısız benzerleri ile dekore edilmiş Asklepion isimli restoran bizim zorunlu tercihimiz oldu. Açık büfeye benzer bir mantıkla çok da lezzetli olmayan yemeklerle idare etmek zorunda kaldık.


Turizmin ağırlıklı olduğu yerlerde görülen dükkanlar da yok Bergama'da. Sadece, ünlü Pergamon Kütüphanesi'ni yâd edercesine, papirüsten yapılma objeler satan birkaç dükkan var farklı olarak.

Bergama'da konaklamayı düşünürseniz, o zaman önerim Berksoy Otel olacak. Mimarisi 1960'ların izlerini taşıyan bu sevimli otelde mükemmel bir konfor aramak pek gerçekçi olmayacaktır. Ama nispeten rahat, temiz, makul fiyatlı bir konaklama için doğru tercih olabilir.




Ancak oda seçiminde dikkatli olmakta fayda var: alt katlardaki odalarda, yakınlardaki ağıllardan gelen hayvan kokuları rahatsız edici olabiliyor, iyisi mi ikinci kattaki odalardan birinde kalmak konusunda ısrarcı olun.






8 Mart 2014

URFA: PEYGAMBERLER ŞEHRİ


Hazreti İbrahim'den Hazreti Eyyüb'e onlarca efsaneye mekan olan Urfa, boşuna peygamberler şehri diye anılmıyor. Günümüzde başta Göbeklitepe olmak üzere, birçok önemli tarihi esere ev sahipliği yapan kent, yine de hak ettiği ölçüde turizmden nasibini almışa benzemiyor maalesef...


Urfa'da nereler gezilir?

Göbeklitepe keşfedildiğinden bu yana, yabancı turistler de bu coğrafyaya, az sayıda da olsa, yeniden gelmeye başladı. Biz ziyaret ettiğimizde, henüz kazıların çok başı olduğu için Göbeklitepe henüz kültür turizmi için herhangi bir altyapı içermiyordu. Etrafta ne bir bilgilendirici yazı, ne de adamakıllı bir koruma vardı.












Cilalı Taş Devri'nden kalan ve dünyanın en eski dinsel yapılar topluluğunu içermesi suretiyle, keşfi sonucunda tüm tarih biliminin söylemini değiştirmesine sebebiyet veren bu höyük, Urfa'ya gelmişken eğer zamanınız çok kısıtlı ise, görmeniz gereken tek öncelikli mekan...





Şehir merkezindeki yan yana konumlanmış olan Ayn Zeliha Gölü, Balıklı Göl ve Yeni Mevlid-i Halil Camii, ünlü Hazreti İbrahim efsanesine konu mekanlar olarak, şehre gelmiş her ziyaretçinin gezi listesinde yer alıyor. Urfalılar da tatil günlerinde bu mekanları bir mesire yeri gibi kullanıyor, geziyorlar.






Şehrin 44 kilometre uzağındaki Harran ise, mutlaka görülmesi gereken bir başka mekan. Dünyanın ilk üniversitesinin kurulduğu, Atina ile birlikte eski dünyanın en önemli bilim merkezlerinden biri sayılan bu kadim yerleşim bölgesi, Arap kökenli vatandaşların yaşadığı ve dolayısıyla Arap kültürünün baskın olduğu bir coğrafya.





Bölgedeki GAP projesi sonrasında, eski kuraklık yerini verimli ovalara bırakmış olsa da, buraya yine de kuru toprak rengi hakim. 8. yüzyıldan kalan Ulu Camii ve külah kubbeleriyle günümüzde de kullanılan ünlü Harran evleri turistleri buraya çeken en önemli etkenler. Tipik bir Harran evinde turistler için kurulmuş olan mekanda, bir kahve, çay içmek, yöresel giysiler giyip fotoğraf çektirmek buraya ayak basanların adeta olmazsa olmazları...









Urfa çarşısı da, Anadolu şehirleri içinde belki de en renkli, en hareketli çarşılardan biri: rengarenk kumaşlardan, baharatlara, terzilerden, marangozlara ne ararsanız, kimi ararsanız burada... Bu canlı dünyada renkler, sesler, kokular birbirine girmiş, gezenleri gerçekten büyülüyor...






Urfa'da neler yenir?

Eğer yöresel tatları ve alışkanlıkları denemek istiyorsanız, sabah kahvaltıda bol soğanlı ciğer yiyerek güne başlayabilirsiniz. Şehir merkezinde her köşede ciğerciler sabahın en erken saatlerinden itibaren açık, müşteri bekliyor.







Tabii ki kebap, bu şehrin vazgeçilmezi. Urfa Kalesi manzarasına nazır Çardaklı Köşk Lokantası hem binası, hem yemekleri ile güzel bir tercih olabilir. Lebeniye çorbası ile başlayıp patlıcanlı kebapla devam edecek menüyü künefe ve ardından da mırra ile tamamlayabilirsiniz.









Urfa'ya gelmişken, mutlaka bir sıra gecesine de katılmakta fayda var. Şehir merkezindeki Narlıev'de, çiğ köftenin önünüzde yoğrulduğu, "yamuk"tan "şıllık tatlısı"na adını muhtemelen ilk kez duyacağınız bir çok yemeğin sunulduğu ve gecenin davul zurna eşliğinde halay çekerek sona erdiği unutulmaz bir sıra gecesi deneyimi yaşayabilirsiniz. 





Urfa'da nerede kalınır?


Urfa'da Hilton'dan Dedeman'a bir çok modern otel mevcut. Ama bizim gibi, gidilen şehirde yöresellik içeren bir mekanda konaklamayı tercih ediyorsanız gözüm kapalı önereceğim tek bir adres var: Manici Urfa... Balıklı Göl'e 2 dakika yürüme mesafesinde, yani şehrin merkezindeki bu otel adeta bir vaha. Bir otelde aranacak her türlü konforu, otantik bir dekorasyonla ve çok güleryüzlü bir hizmetle sunan Manici Urfa, sadece bu otelde bir kez daha kalmak için Urfa'ya yeniden gelmeyi düşündürtecek kadar etkileyici.